Jump to content
Masatenisi.org Forum

beşyüziki

Üyeler
  • İçerik sayısı

    493
  • Kayıt Tarihi

  • Kazandığı gün sayısı

    81

beşyüziki kullanıcısının tüm içeriği

  1. Halihazırda kullanmakta olunan ekipmanlar yenilenip, ya da onların bu günkü muadillerinden edinip devam edilebilir. Ekipmanların bu günkü muadillerinin neler olduğu bilinmiyorsa, öğrenmek için lazım gelen yapılır. Şu an gezegenimizde, bu yazılan sipesialitelere haiz, her düzeyde onbinlerce oyuncu var. Bunlardan birine ilaç olacak ekipmanın yekdiğerine ağudur. Oyun seviyesine göre, aynı ekipman bir oyuncuya yarar, yekdiğerine zarar olur. Yazılanlar, oynayış tarzının nasıl olduğuna dair bir görünüş oluşturmaya hizmet eden yorumlardan ibaret, ancak ortada bir takım lakırdılar olmasına rağmen, bu yazılanların nasıl yapıldığına, ne derece yapıldığına, yani asıl mes'eleye dair hiç bir aktarım yok...Henüz derman bulması için derdin dile getirilmiş olması zorunluluğunun ayrımında değilmişçesine. Bu bahiste kestirme bir öneri: oynarken çekilmiş bir videonun ekipman talebine eklenmesi. Bir masa tenisi forumunda ekipman tavsiyesi talebinde bulunulduğunda, günümüzde hemen herkezde bulunan, güzelce, çabucacık ve de kaliteli vidyolar çekebilen cep telefonlarından istifade edilmemesi doğrusu dikkate şayan. Oyununuzu gören, deneyimli biri, ekipman konusunda sizinle bir şeyler paylaşabilir. Bundan fayda görülebilir.
  2. Balık yapanın, hemen ardından ''pardon'' , ''özür'', vb. demesine pek sık rastlanır. Balık yapınca, ''pardon''... Değişik tonlamalarla ''pardon'' telaffuzları...''Çok pardon!''...Ve buna bir de el kaldırmanın eklenişi... Balık ertesi ''pardon'' deyişler otomatik. Hani böyle bir sanki ''balık'' yapmak onun tasarrufunda imiş, sanki her istediğinde balık yapabilirmiş veya yapmazmış da bu kez nedense dikkatinden kaçıvermiş de, o yüzden balık olmuş gibi ''pardon'' demeler... Ya da ''balık'' olur da, ardından bu ''pardon'' kalıbı kullanılmaz ise, buna, bir de balık yüzünden sayıyı kaybedenin ''insan bi pardon der'' kalıbıyla karşılık verişi. Bilerek, bilinçli bir şekilde yapmadığın bir ''balık'' yapıştan niye sorumlu olasın, bunun ceremesini niye çekesin? ''Balık'' yaptıktan hemen sonra, neden hiçbir şey söylemeksizin öylece durmadığına, duramadığına, o arada neler neler olduğuna hiç baktın mı? Oynarken karşılaşılan envai çeşit ''balık'' pozisyonları ve bu yolla alınan sayılar da bu oyunun kuralları içinde ve tamamen geçerli; içimizde buna gerekli yeri açtığımıza emin miyiz? ''Balık'' olması bizim yorumumuzdur; varoluşta top bazen fileye takılıp da düşer, bazen masanın kenarına da çarpar. Topun bu tarz hareketleri, diğer aşina olduğumuz top sıçrayışlarından farklı değil. Oynarken topu her istediğimizde istediğimiz yere atabiliyor olsaydık, o zaman hemen dünya şampiyonu olurduk. Lakin o vakit her istediğimizde dünya şampiyonu olacağımızdan, bunun da bir kıymeti kalmaz idi. Dikkat edildiğinde, dikkat kullanıldığında, otomatik karşılıklar, tepkiler, bazen daha içimizde belirirken ayırd edilebiliyor, o zaman böylesi tepkilerle işbirliği yapmama imkanını elde edebiliyor, eskinin tekrarının getirdiği sıkıcılığı, beylikliği, yaşamada neş'e ve lezzet buluşa, keşfe, tazeliğe dönüştürebiliyoruz.
  3. Siz bir bakıma öyle algılamışsınız da, acaba o mu sorulmuş Sayın Burakins? Zira Sayın Sabri5'in ''ilerde değiştirebilirim değiştirirsem nasıl olur'' yazışında ''nasıl'' sözcüğünü kullanmış olması, meselesinin ifadesini pek müphem kılıyor. Sabri5 ne taleb etmekte, hangi noktada berraklık istemektedir? Evet, gelecekte tahta değiştirilmesi söz konusudur da, ney ''nasıl'' olacaktır, bu belirtilmemiştir; bu açık değildir. Peki o zaman neye cevap vereceğiz? Aynı şeyin konu başlığında da söz konusu olduğu yeri gelmişken eklenebilir; ''raket aldıktan sonra tahta deiğiştirilirmi değiştirilirse eskisi gibi olurmu ''...Ne eskisi gibi olur mu, eskisi gibi olacak olan nedir, burada ne soruluyor? Bende, şayet Sayın Sabri5 bu hususa bir fener tutup da bize de gösterirse, akabinde forumdakilerin malumatlarından, daha da önemlisi tecrübelerinden istifade edebileceğinin kuvvetle muhtemel olduğu yönünde bir kanaat hasıl olduğunu ifade etmek isterim.. Bir arada olduğumuzda, bırakınız konuşmayı, bazen tek bir sözcük söylemeksizin bile yek diğerinin halini duyumsayıp, anladığımız vaki olmaktadır. Lakin takdir edersiniz ki, forumdaki ifade ve ileti aracımız, yalnızca harfler, sözcükler, imla, dil bilgisi ve harflerin aralarındaki boşluklardan müteşekkil olan yazı dili. Video kullanmak dışında, derdimizi yazı diline ne kadar dönüştürebilirsek, bunun, o denli faydası olacaktır. Düşünce ve duygularımı yazı diline dönüştürmeye ihtiyacım varsa, o dilin sözcüklerini, imla ve dilbilgisi kurallarını öğrenmem ve bu kuralları gözetmem gerekir.
  4. Sayın Sabri5, herhangi bir ekipmanla oynadıkça, vücudun kendini o ekipmanla oynamaya göre ayarladığı, bir nevi, vücudun kendini o ekipmana göre akord edip, ona uyumlanmaya başladığı söylenebilir. Bir süre sonra, mesela bir yıl sonra, başka, yeni bir ekipman alırsanız da, önceleri vücudunuz evvelki ekipmana akortlu olduğundan, farkı hissedebilirsiniz. Lakin şimdi bu yeni ekipmanla oynamaya devam ederseniz, vücudunuz yeni şartlara ''intibak'' süreci yaşar ve belli bir süre sonra da bu kez yeni ekipmana uyumlanırsınız. Bu uyumlanma müddeti, kişiye, oyun, antreman tarzı, kalitesi ve sıklığına göre 3 hafta ile 3 ay arasında değişir. Uyumlandığımız ekipmanla, ''kendi raket''imizle daha ''iyi'', istikrarlı oynarız. Oyun tarzınız malum, belki oynarken bir videonuz olsa idi, Friendship Will Power tahtası edinmekle ekmeğinize yağ sürmüş olup olmayacağınız hususunda pekala bir değerlendirme yapılabilir idi. Bununla beraber, ilk paragrafta anılan süreci her halükarda deneyimlemek söz konusu.
  5. Bir topun üzerine keçeli kalemle 7-8 mm. çapında bir daire çizip, içini boyamak. Sonra topun yüzeyine 1-1,5 cm. aralıklarla bu beneklerden yapmak; 6-7 beneğin yeterli oluşu. Gayrı oynar iken topun falsolarını tabak gibi görünür kılan bir topumuzun olması. Böyle bir topla kendimizin ve rakibin yaptığı vuruşları gözleyerek oynadığımızda pek çok şey öğrenebilmek. Aynı zamanda uzun pütür, anti gibi değişik ekipmanların da, hangi topa ne yaptıklarını görebilme şansımızın olması. Böyle arada benekli topla da antreman yaparak, vuruşlarımızı daha uyumlu hale getirebilme, kendi kendimize yeni ve daha incelikli ayarlar çekebilme ve de içeriye daha çok top atabilme bahislerinde ekmeğimize yağ sürülmesi.
  6. Sayın Kaankksss, bazı alanlarda, özellikle yeni deneyimler kazanmaya başladığımız yeni bir alanda, bir takım şeyleri belli bir derecede yapabilmeye başlamamızın bizdeki etkisi kesif, hem de pek kesif olabilir. Helecanlanırız. Başka ilk giriştiğimiz işlerde sanki hiç de böyle kolay ilerleyememiş, bir şeyleri sanki hiç de bu kadar kolay gerçekleştirivermeye başlayamamışızdır...Fakat...Fakat bu kez, sanki bu kez enerjimiz, ifadesi için kendine yeni bir yol, yeni bir mecra bulmuştur... Helecanlanırız, kapılırız; öyle ki, neredeyse ''en yüküsek hız ve sipin değerlerine sahip ekipmanlarla bile oynasak yeridir''lerin yolgeçen hanına kolayca dönebilecek hale gelir, tasavvur rüzgarlarında oradan oraya savrulan yapraklara döneriz. Oynar iken her şey tabak gibi göz önüne çıkar. Her şey göz önündedir. Ekipman tavsiyesi isteyenlerden video talep edilmesinin, veya tavsiye taleb edenin, kendisinin oynarken çekilmiş bir videosunu sunmamasının bu bahs ile alakasına nazar-ı dikkat buyuralım. Bir yolda belli aşamalar, merhaleler vardır. Seviyemizin takdirini içtenlikle yaparsak ekmeğimize yağ sürmüş olur, böylece bulunduğumuz yerden ileriye doğru harekete başlarken, atacağımız ilk adımı sağlam basmış oluruz. Bu, ikinci adıma da katkı sağlayacaktır. Öyle tasavvurlardaki, düşlerdeki gibi gideceğimiz yere birden gitmeyiz. Bunu elbette düşleyebiliriz ama derhal mevcut olup, bulunduğumuz ana, yere, kendimize gelmeliyiz; zira oradan hareket edeceğizdir. Bir şey olacaksa, hemen şimdi, buracıktan, buradan itibaren olacaktır. Nazar-ı dikkat buyuralım, varoluşta kat ediş, tek tek adımlarımız birbirine eklendikçe gerçekleşmektedir. Müsabakaya yönelik bir perspektiften baktığımızda, sadece oynadığımız sayıya odaklanıp, oynadığımız sayıyı almamız kafidir. Cemiyet nezdinde bu sayılar zaten birbirine eklenmekte, sayılıp, sonuç çıkarıldıkça ''maç'' a zaten dönüşmektedir... Linkini verdiğiniz sitede, aynı bölümde ''Xiom Combo Offensive'' var. Lastikleri Xiom Vega Euro'dur. Vega Euro hali hazırda kullandığınız lastiğin çok daha gelişmişidir ve Apollo 5 gibi üstü yapışkanlı değildir. Vega Euro ile rakipten gelen falsodan daha az etkilenerek oynayabiliriz. Vega Euro'nun, oluşmakta olan temelleri sağlamlaştırmaya ve vuruşları daha da inkişaf ettirmeye, Apollo5'ten daha çok faydası olur. Hazır raketten gelip, yeni şeyler öğrenmek ve uygulamak için Vega Euro, çok daha rahat, etkili ve uyumlanması kolay bir geçiş olacaktır. O kombonun tahtası da yumuşak hisli, kontrollü bir atak tahtası oluptur ve gelecekte, daha sert süngerli lasdiklerle kullanmak istenilirse de gayet iyi netice verir.
  7. Sayın Ege Mert, - genelde masaya yakın ve nadiren orta uzaklıkta oynuyor, ilaveten, hemen hiç uzaktan, oynamıyorsanız, - vuruşlarınız çoğunlukla lastiği topa sürtmelerden, sipinkslerden ziyade topa vurma, çakma ve buloklar şeklinde ise ve bunlarda da ''iyi'' iseniz, ya da kendinizde böyle oynama istikametinde bir istidat olduğunu hissediyorsanız. - Topa çabuk çabuk girişmek isteyen, aktif, hızlı toparlanan bir oyun tarzınız var ise kısa pütürden istifade edebilirsiniz, niye etmeyesiniz? Bu kısa pütüre değil, size bağlıdır. Kısa pütürler atak lastiklerine göre topu daha az ''tutarlar''. Ve de atak lastiklerine göre topun falsosundan daha az etkilenirler. Bu da sipinli gelen toplara direk çakış yapma bahsinde, atak lastiklerine göre bir üstünlük addedilir. Sipine değil, çakmaya yönelik bir ekipmandır. Çakış, dolaysızdır. Müdaafası en zor, topun en hızlı gittiği vuruştur. Hakkınca yapılmış bir çakış, saftır. Kanaatimce tek bir çakış, müsabakaya yönelik masa tenisinin en arı, en bütün, en kestirme ifadesidir. Temiz, güzel, net bir çakış; çiviyi, rakibin alanına çakmak, hepsi bu. Eğer her topa şut atabilirseniz, kesinlikle dünya şampiyonu olursunuz. Fakat kimse böyle idman yapmıyor. Zira topu kontrol etmek ve içeri atmak sipinksle daha kolay. Kendi oyununuzun takdirini içtenlikle yapınız. Bir kulüpte kısa pütürlü raketlerle bir müddet oynayıp, kendiniz görünüz. Başlamak için kısa pütürle oynayan iyi oyunculardan birinin kullandığı bir pütürü alıp oynayabilirsiniz. Mesela, Matthias Falck'ın da kullandığı Yasaka PO.
  8. Faydalı bilgiler part1de de, part1'i mi izlememiz tavsiye ediliyor, yoksa yukarıdaki videoda faydalı bilgiler var da, bir de yukardaki videonun yanısıra ayrıca part1'i de mi izlememiz isteniyor ( ''part1'i de'' diye de yazılmamış olduğu için) bunu anlamak namümkün. Bu namümkünatı pekiştiren başka bir husus da, burada ''bize'' yazılıyor olmasına, yazılanları ''bizim'' okuyor olmamıza, bizden başka kimsenin okumuyor olmasına rağmen, ''izlemelerini tavsiye ederim'' denmiş olması. Sanki tavsiye eden, görebileceğimiz bir uzaklıkta, yanındaki adamına, bizim de içinde bulunduğumuz bir topluluğu işaret ederek, ''izlemelerini tavsiye ederim'' diyor da, bu görevli de artık bunu daha sonra bize iletecek... Ya da sanki post sahibine özelden mesaj atılıyor; ''izlemelerini tavsiye ederim''; iyi... De aranızda hallediniz o zaman, bizi karıştırmayınız. Biz buradayız, işte, okuyoruz yazılanları; yok ki başka kimse. Tavsiye bize ediliyorsa, burada dense dense ''izlemenizi'' denilebilir. Doğrusu, bir topluluğu karşıma alıp, onlara hitaben, bırakın ''izlemelerini tavsiye ederim'' demeyi, kullandığımız dilin kullanım sınırları içinde böyle denmesini tasavvur bile edemezdim. Diyeceğimi demek için, kullandığım dil açısından üzerime düşeni yapmam gerekir ki, okuyan da yazdığımı, ifade etmek istediğimi, ifade etmek istediğim şekilde anlayabilsin. Yoksa okuyan, ifade etmek istediğim şeyi anlayamaz... Oysa anlasın diye yazıyorum. Öyle ise, yaptığıma; kendim yaptığım için de, yaparken kendime, ihtimam göstermem gerekir. Bunun, iyi bir vuruş yapmak için gereken neyse onu yapmaktan farkı var mı allasen?
  9. Sayın Pongfinity, Ekipmanlar aslen birbirleriyle ne uyumlu ne de uyumsuzdurlar. Sualinizin cevabını kendiniz deneyimleyerek ve bu süreçte kendinizi Musa ve XT ikilisine uydurarak alacaksınız. Kendinizi Musa-XT ikilisine uydurmak siz o komboyla oynamayı sürdürdükçe kendiliğinden gerçekleşecektir; bunun için herhangi bir çaba harcamak gerekmez. Deneyimlerimizi bir başkasının bizim yerimize gerçekleştiremeyeceğini, yağmurda başka birinin bizim yerimize ıslanamayacağını hatırlayalım. Doğrusu, bekhend sipinkslerim de güzelse, o vakit bekhendimde sipinks yapışlarıma Musa'dan daha çok katkıda bulunabilecek bir kaplamayı, XT'yi kullanırdım. Yağmur...
  10. Sayın Pongfinity, evvela, oyununuzu da bilmediğimden, yukarıdaki önerileri münasip görmekte ve bu tavsiyelerin tamamına da katılmakta olduğumu, ''al benden de o kadar'' demekte zerre kadar bir beis görmediğimi bilmenizi isterim. Dahası; onların üzerine kendi önerimi de eklemeden önce, yukarıdaki tavsiyelerin hepisinin de Tibhar Volcano +'dan bir gömlek, bir tık, bir nebze, hatta neredeyse iki tık üstte olduklarını ifade etmek istiyorum. Yukarıdaki tavsiyelerden herhangi biri olur. Şayet o kaplamalardan birini- pardon ikisini ( sini derken tepsi manasında değil hani, çiftini kastediyorum) Tibhar Carbon Shot'unuzla kombine ederseniz, o vakit nefis bir raketiniz olur ve keyif ve şevkle sipinkslerinizi çeker, buloklarınızı yapar, çivilerinizi de çakarsınız. Bazen köşelere möşelere, bazen de dağlara taşlara... Bir öneri de LKT Pro XT Light. Bu lastikle karşılaştığımda çok şaşırdım ve kaplamadan ziyadesiyle hoşnud oldum. Çok ekonomik ve verimli, çok kontrollü, dayanıklı ve pek sipinksli; oynaması da bir o kadar kolay. Önerilerin içinde de sanki en ucuz olanı. Sizin için en önemlisi en ucuz olması ise, budur; LKT Pro XT Light'ı alınız. Elbette yalınızca en ucuz olmasından değil, fiyat-performans açısından da emsalsiz olmasından. Yoksa, kesenin ağzını birazcık açarsanız, o vakit yukarıdaki önerilerden birine koşmak da pekala mümkün görünüyor. Ancak Carbon Shot'ınız üzerindeki bir çift LKT Pro XT işinizi o önerilerden daha az görecek de değildir.
  11. Oynarken, servis atarken karın bölgesini, ''hara''yı, ''tan tien'' veya ''dan tien'' i kullanmayı vurgulamasını son derece yerinde, yararlı ve sevindirici bulduğumu ifade etmek istiyorum. Teşekkürler Pengfei Jiang. Teşekkürler Timo Boll. Bunun haricinde, videoda her biri başlıbaşına ele alınıp, üzerinde çalışmayı gerektiren pek çok konuya ard arda geçilmesini hızlı ve yüklü buldum. Elbette mevzu kişinin kendi vücuduyla uygulamalı olarak, yaparak öğrenebileceği bir mevzu. Bunları dinlemiş, vidyoyu izlemiş olmak, vidyoda anılanları öğrenmemizi sağlamıyor. Ancak bağlantı kurarak, yaparak, yanılarak, deneyimleyerek öğrenebiliriz. Vuruş yaparken ve yer değiştirirken iki türlü hareket etme şeklinden söz edilebilir: Biri, günlük hayatta diğer işlerimizi yaptığımız, çoğunlukla yapmaya alıştığımız gibi bir hareket etme şekli; yani ''kafadan''. Yani kafa komutu veriyor ve kol, onu yerine getirmek üzere hareket ediyor. Kollarımıza ulaşan sinirlerin ensemizden aşağıya inip, ikiye ayrılarak kollarımızdan ellerimize ulaştığına dikkat edelim. Bu manada, kollar, kafanın uyrukları, onun buyurduklarının yapıcıları, kafanın, göğüs bölgesi takviyeli uzantılarıdır. Kafadan hareket ederken, tam bulunduğumuz anda, gücümüzü asıl almaya başladığımız yerle, zeminle bağlantımız az veya hiç yoktur. Bedenimizle de. Kafa, bedeni, ondaki canlılık ve hassasiyetle bağlantı kurmaksızın, bedeni, buyruklarını yerine getirecek bir mekanizma olarak değerlendirmektedir. Yaşadığımız yepyeni anda, bulunduğumuz yer ve koşullarla onların gerektirdiği şekilde tam olarak bağlantı kurmaktan ziyade, ezbere, otomatik, eski ( kafaya ne yüklenmişse onlarla) tepki gösteririz, ister istemez kendimize karşı zor kullanır, bölünürüz. Diğeri de karından, kung-fudaki, çin tıbbındaki ''tan-tien''den veya japonca ''hara''dan hareket etmektir. Karın merkezinden yayılan enerji elbette yine kafadan geçip kol ve ellere uzanmaktadır ama bu kez daha derin bir yerden, ''merkez''den, kafada olup bitenlerin de kaynaklandığı yerden, derinden gelmektedir. Hara, yani leğen kemiğinin üstü, bağırsaklarımızın ve son derece yoğun sinir ağlarının olduğu bölge, yediklerimizi (ve yaşadıklarımızı) hazmetme ( veya hazmedememe) bölgesidir. Aynı zamanda gelişimimizin en erken dönemlerinde, annemizden gelen göbek bağının ucunda oluşmuş sonra da oradan büyümeye başladığımız bölgedir burası: yani omurga, diğer organlar, gözlerimiz, kaslarımız falan daha oluşmamış, henüz daha filiz hallerinin bile öncesindeyken, göbek bağının bittiği yerin ucunda biz, güp güp atan, an be an oluşan ve çevresinden söze pek öyle kolay dökülemeyecek de olsa izlenimler alarak şekillenen capp-canlı bir halde idik. Ve varlığımızın derinlerinde bu izlenimler hala capcanlıdır. İkinci beyin olarak da adlandırılan Dan-tien aynı zamanda fiziksel ağırlık merkezimizdir. Ucu, göbek deliğimizin yaklaşık 5 cm. kadar altına yerleştirilmiş bir değneğin ucunda havaya kaldırılmamız ve orada çabasızca mükemmelen dengede durmamızın mümkün olduğunu biliyor muydunuz? Doğrusu, cambazlıkla, jiminastikle, hatta belki güreşle iştigal edenlerin bu denileni takdir etmekte gecikeceklerini sanmıyorum.. Onlar, kendi pıratikleri esnasında bunu sezmiş ya da fark etmişlerdir. Hara bölgesi aynı zamanda tüm savaş sanatları uygulamalarında başat bir öneme sahiptir. Orası merkezdir. Hareketlerin merkezlendiği, oradan başlayıp, oradan koordine olduğu yerdir. Yaptığımızın etkili, güçlü ve yaparken bütünleşmiş olmamız için, merkezimizden, haradan hareket ederiz. Servisin vücutla atılması gerekliliğinden de kasıt budur. Bunu Liu Guoliang'ın bir dersinde de görmüş idim. Deney: Arkadaşınız 1 mt. önünüzde, kolları gövdesine yapışık vaziyette ayakta dursun. Bir kaykaycı misali bacaklarını hafif açıp dizlerini de hafifçe kırarsa, yerle bağlantısı da güçlenecektir. Şimdi siz, yandan, ''kafadan'' hareket ederek, avuçlarınızla arkadaşınızı, onun omuzuyla dirseği arasındaki bir bölgeye temas ederek, onu olduğu yerden etmek amacıyla kısa bir süre itip, bırakın. Arkadaşınız bu sırada itişinize dirensin. Şimdi siz de dizlerinizi hafifçe kırın, dikkatinizi de göbek deliğinin 5 cm. altı merkez olacak şekilde karnınıza verin. Kollarınızı arkadaşınıza doğru uzatın ve bu kez hareketi kafadan değil, dikkati orada tutarak karnınızdan başlatarak itin. Şimdi kollarınızla bir şey yapmanız bile gerekmemekte, karın merkezli hareket ederek onu tüm varlığınızla itmektesiniz. Arkadaşınız yine dirensin. İki durumda da açığa çıkan gücü, etkisini ve kalitesini hissedin, deneyiminizi birbirinizle paylaşın. Halihazırda ''kafadan'' hareket etmeye alışmış olduğumuz için, ''hara'' merkezli hareket etmek çalışma gerektirir. Gün içinde her hatırladığımızda ''haraya gelirsek'', bunu daha sonra kendiliğinden daha kolay hatırlamak ve yapmak için sistemimizde kendimize yol yapmış oluruz. Mesela oturduğumuz yerden kalkarken karnımıza bağlanmak ve hareketi buradan başlatmak. Diğer hareket edişlerde de hatırladıkça bunu yapmak. Zevklidir ve keşif de doludur bu. Ancak karnımızı hatırlayıp, o bölgeyi hissedip, oraya yerleşip, oradan hareket ettiğimizde, kafa karışıklığımız ve sağımızı solumuzu şaşırmışlığımız azalır, gücümüze, kendimize ve olduğumuz yere geliriz. Khabib Nurmogamedov'un altına aldığı rakibi nasıl sürekli kendi karnı ve pelvisiyle preslediği ve böylece boş kalan kollarıyla da üstten ayrıca çalıştığını paylaştığı kısa bir eğitim videosu da var bu mevzuda. ''Hara'' bahsinde özellikle Koechi Tohei'nin Aikido videolarına da bakılabilir.
  12. Hafif nemli süngerle lastiği sildikten sonra, ''zaten siler silmez kuruyor''lara falan hiç girmeden, lastiğin üzerindeki nemin kurumasını bekleyelim. Devamında sitreçlerken de, sitreç filim ile lastiğimizin yüzeyi arasında hava kabarcıkları kalmamasına ihtimam gösterirsek baklava olur. Ancak hava alsın almasın, lastiğimiz eskimektedir. Bunu bir miktar yavaşlatabiliyor, gelgelelim durduramıyoruz. Şayet durduramıyor ve durduramayacak oluşumuzu bütünüyle kabul edersek rahatlar, lastiğin eskimesini yavaşlatmak için gerekenleri sükunetle, daha bir dikkatle ve daha rahat yaparız.
  13. Sayın Onur_122233, topa vurduğununz yüzeyin düz ve ITTF'nin onayladığı bir lastikle raket kafasının kenarlarına kadar kaplanmış olması gerekiyor. Raket tahtasının kafasının ve sapının şekli şemaili, büyüklüğü istediğiniz gibi olabilir ve tutuşunuz da istediğiniz gibi olabilir. Penhold tahta, şeykend tahta, capon penhold tahta gibi terimler, belli biçimlerde, belli şekillerde kullanılmak üzere üretilmiş tahtaları sınıflandırıp, haklarında cemiyet içinde bahsetmeye yarayan terimlerdir. Şeykend, penhold ve capon penhold tutuşların ardında, tüm vücut hareket tarzını içeren, yıllarca sürmüş çalışma, gözlem, antrenman ve maç süreçlerinin sonucunda oluşmuş, hala da zenginleşen, engin bir teknik deneyim birikim vardır. Bu tutuş tarzlarıyla oynayışların herbiri çok zengin, pek dallı budaklıdır, pek inceliklidir, kendi içlerinde de çeşitlenirler. Aslen, herhangi bir tahtayla oynamaya başlanıp, üzerindeki lastiği de marka ve model ve kalınlığını değiştirmeden yalnızca lastikler eskidiğinde yenileyerek oynanınca 3 hafta ila 3 ay arasında bu raket vücudun bir uzantısı haline gelmeye başlar, ona ''alışılır''. Alıştıktan sonra da insan başka raketle ''oynayamaz'', onu arar, alıştığı rakete ''raketine'' kavuşunca da, oh dünya varmış deyip, rahat oynar. Nedenn? Çünkü vücudu ekipmana uyumlanmıştır. Şimdi vuruş kestirimleri, umduğunu bulmalar, topu istediği yere atabilmeler daha yerindedir. Oynarken, topa ne mesafeden, ne kadar, ne şekilde vurduğunuzda nereye, nasıl düşeceğini kestirebiliyorsunuz ve ekseriyetle kestirimleriniz de doğrulanıyordur. İnkişaf, ancak bunun üzerine bina olur. Böyle 20-30-40 yıl aynı tahtayla oynayan pek çok oyuncu vardır. Sayın Onur_122233, Şeykend tahtanızın sapını kısaltabilirsiniz elbet. Yalnız, kısaltmadan önce tahtanın halihazırdaki haliyle şu anki oyunumu etkileyip etkilemediğine bakardım. Etkiliyorsa bu etki nedir ve neye ihtiyacım var, bulurdum. Oyunumu etkilemiyorsa kısaltmazdım. Sapı kısalttıktan sonra tahtanın ''ağırlık merkezi'' değişecektir. Şimdi raketinizi penhold tutup savurur, dahası masaya geçip oynarsanız, lastiğin olduğu kısımın, yani kafanın parmaklarınızı çekiş etkisini hissedişiniz daha belirgin bir hal alacaktır. Tahta gıramaj olarak azalsa da kafasının ağırlığı belirginleşmiştir. Bu yeni hale intibakınız nasıl olur, onu siz bilecek, siz gözleyeceksiniz. Vücudunuzun içinde ikamet eden sizsiniz; sorular sorduğunuz kalabalık değil, siz. Kısaltma yaparsanız, bu yeni halle kendinize bir kaç hafta oynama mühleti vermek iyi olabilir, vücut hemen uyumlanmaz çünkü. Bu mühlet verildiğinde de, bu süre içinde sizde olan değişiklikleri , rakete yeni haliyle alışmaya başladığınızı ayırd etmeniz mümkündür. Şayet daha sonra yeni, penholder bir tahta alırsanız başlangıçta o da şimdikinden farklı gelecektir. Merhaleler vardır, seviyeler vardır; ilerleme için, bunlardan geçmek kaçınılmaz ve gereklidir. Çin penholder tahtalarının sapı kısadır ama, ekseriyetle shakehand tahtalara göre biraz daha geniştir. Sap, boyundan alta doğru, yanlardan düz bir çizgi çekerek genişler. Şeykend sap terminolojisini kullanarak ifade edecek olursak, bu adeta kısa, yassı, kalın bir ''konik'' saptır. Dolmakalem kucaklama tahtalarının kafa şekilleri kendi içlerinde çeşitlendikleri gibi, bu kafa şekilleri tokalaşma tahtalarından da değişiktir. Bu şekiller, masa tenisi oynana oynana, yıllar içinde belirginleşip, oturmuşlardır. Yine de kullanacağınız tahtanın bu ölçülerde olması gerekliliği gibi bir mecburiyet söz konusu değil. Kaldı ki kafa da, yolu yordamıyla, uygun bir penholdır tahta ölçüsüne yanlardan zımparalanarak küçültülebilir. Asli olarak ( asıl değil, asli ), masa tenisinde kural, topa düz bir yüzey vasıtasıyla vurmaktır. Bu yüzeyin şekli, büyüklüğü, onu nasıl tuttuğunuz size bağlıdır. Dünya şampiyonlarına baktığımızda, onların raketlerini ya japon ya çin dolmakalem kucaklama veya tokalaşma tutuşuyla tuttuklarını ve aşağı yukarı kendi türünün standart ebadlarındaki tahtalarla oynadıklarını görüyoruz... Shakehand tahtanızı kısaltırken sapı hemen öyle 1+ cm. kısaltmayıp. mesela 0,5 cm. kısaltabilirsiniz. Böyle yapıp biraz oynayınız, iyi hissediyorsanız, böyle de kalabilir. Bu noktada 1 cm. kısaltsam acaba nasıl olur deyip duran zihninize ehemmiyet vermeyiniz. Zira zihin direk 1cm. kısaltmış olsanız, bu kez de acaba 0,5 cm. mi yapsaydım, çok mu kısalttım diye kıvranacak olan bir mekanizmadır. İlaveten tahtanızın düz, konkav veya anatomic sap oluşuna göre, 1 cm. lik bir kısaltmanın etkileri de tahtanın ağırlık merkezi açısından biraz değişik olacaktır. 0,5 cm. ile başlayıp, ihtiyaç hissedildiği takdirde, 0,6...7...8...Yavaş yavaş ilerlemek yerinde görünüyor. Hülasa, tahta nasıl olursa olsun, onunla oynamayı sürdürülünce ''tahtaya alışma'' ortaya çıkıp, pekişiyor. Hiç tahtaya alışmaya falan çalışmadan, bu konuda en küçük bir çaba göstermeye gerek kalmaksızın, aynı tahtayla oynamayı sürdürmek yeterli. ''Alışma'' gerçekleşiyor. Bunu ancak deneyimleyerek anlayabilirsiniz.
  14. Bir alana henüz adım atmışkenki bir şey bilmez hal çok çok önemli ve kıymetlidir. Dünyaya geldiğimizde, hayat hakkında henüz hiçbir bilgimizin, henüz hiçbir tekniğimizin olmadığını pek çabuk unutmuşa benzeriz. ''Kafamızı kullanmanın'' gerçekleşebileceği net, ağ, cümle kurabilecek hale geldiğimiz dönemde oluşmaya başlar. Önceden tek tek sözcükler öğrenmiş olsak da, cümle kurabilmeye yaklaşık, ancak 3 yaşlarında başlarız. Oysa hayat hakkındaki deneyimlerimiz, öğrenme sürecimiz 3 yaşımızdan çok daha önce başlıyor. Cümle kurarak konuşma dönemi öncesi olanları pek azımız hatırlar, ancak vücudumuz olanları hatırlıyor, o dönemde olan pek çok şeyin kayıtları sistemimize işleniyor. Ayrıca konuşma dili olmaksızın da mimiklerle, çıkan seslerle, yakın çevremizdekilerin hiçbir şey yapmasa da bulunduğu andaki enerjetik halleriyle, varlığımıza, yaptıklarımıza gösterdikleri tepkilerle, pek çok izlenim elde eder, uçsuz bucaksız bir öğrenme kapasitemiz ve getirdiğimiz meçhul bir potansiyel de taşırken, doğru yanlış pek çok şey öğreniriz. Doğumumuzla gelen, henüz ''kafasını kullanmayan'' çekirdeğin üzeri, çevremize ve izlenimlerimize göre şekillenip, koşullandırıldığımız yeni katmanlarla kaplanmaya başlar. Avuç ve dizlerimizde yanmalar, sıyrıklar, onlara batan minik taşlar, bağlayan yara kabukları, belki yüz, kaş, çene ve başımızda çarpmalardan mütevellit yaralar, kısaca acı sayesinde ''yürümeyi öğrenir'', kendimizi yürüyebilecek şekilde düzenleme becerisi kazanırız. Sobadan, ütüden elimiz, sıcak yiyeceklerden dilimiz yandığında pek çok ve iyi öğrendik. Bazen ebeveynlerimiz ya da birlikte kimlerle büyüdüysek, özellikle de annelerimiz, mümkünse hiç acı çekmeden öğrenmemizi ister gibi tepki gösterirler. Bu anlaşılır; ama mümkün değildir. Bilmek yapmaktır (deneyimlemektir). Böyle öğreniriz. Yüzmeyi öğrenmemiz için kitaplar okumak veya bu konuda söylevler dinlemek değil, suya girmemiz gerekir. Su yutabilir, batıp çıkabiliriz ve öğreniriz. Annemizin içinde sıvı içinde büyüdüğümüzden ve yeni doğan çocukların yüzmeyi biliyor oluşlarından, zaten yüzme ''biliyoruzdur'' ancak bedenin bunu hatırlaması, kendini suya bırakışı ve suyun içinde suyla uyum içinde hareket edebildiği halle tekrar tam buluşmayı deneyimlemesi ve bu deneyime yerleşmesi gerekir; artık ''yüzme öğrenmişizdir''. Yüzme öğrenmede bu süreci yaşarız. Oynayamayacağımızı kendimizin deneyimlememize ihtiyacımız olabilir; bu halin pek çok katmanları, pek çok açılımları vardır, pek çok şey olmaktadır ve o zaman tahtanın sapını kesip, onu ''penholder'' yapmalıyız. Ondan sonra deneriz, oynayamayız; böylece onunla oynayamayacağımızı idrak etme şansımız olur. Ya da belki standart bir penholdır tahtamız olmaz ama sürpriz! Piyasadaki penholder tahta normları içinde olmasa da tahta fena olmamıştır, hoşumuza gider ve onunla oynayabiliriz de. Belki bir süre...Sonra işler değişir, yeni bir mevsim gelir ve başka bir penholdır tahta alırız. Veya belki ahşap oymaya yeteneğimiz olduğunu, bundan hoşlandığımızı fark eder, buna yüklenir, masa tenisini tamamen bırakır ve nefis, küçük, şimdiye kadar kimsenin yapmadığı ahşap heykelcikler yapmaya başlarız... Bir konuda deneyimlerimiz olsa da, deneyimsiz birine karşı, o bizden bir konuda destek, yardım isterse, elbette onun da bu yardımı almaya istekli ve de hazır olması koşuluyla, ona ''şöyle yap'' gibi, ona ne yapacağını buyuran, emir kipi içeren bir tavırla yaklaşmak yerine, bu konuda ''ben şöyle yapıyorum'', ''şöyle şöyle yaptığımda da şöyle şöyle oldu'' demekle yetinmek, o noktadan sonra da gerisini ona bırakmak, ona alan açmak taraftarıyım. Birisi, kendi deneyimini yaşamak zorundadır. Bu yöntemi yavrularını büyüten hayvanlar bir şey uygulamadan uygulamaktadırlar; anne kedi yalanmakta, yavruyu yalanırken asla ve asla düzeltmemekte, yavru da anne kedi gibi yalanmayı öğrenmektedir, avda ve diğer şeylerde de bu böyle cereyan etmektedir. Yavru zaten tüm kalbi ve varlığıyla öğrenmeye can atmakta, anasını gözlemekte, bırakın gözlemeyi, onu tüm varlığıyla içmektedir. Böyle olduğunu belki bildiğinizi, belgesellerde izlediğinizi, gördüğünüzü düşünüyorsunuz ama aynısını kendi hemcinslerimize karşı olan davranışlarımızda uygulayarak, bu konudaki takdirimizi gösteriyor muyuz? Hayatta ,etkili olmanın en önemli olduğu durumlar olduğu gibi, mesela güneşlenmek gibi, mesela bir bahçıvanın, çapalayıp, suyunu, gübresini verdiği bahçede, gayrı gülleri kendi kendilerine açmalarına bırakması gibi, etkili olmanın zerre kadar önemli olmadığı sayısız durumlar da var; hatırlayalım, ayırd edelim; zevklidir bu. Gülü açmaya zorlarsak da onu mahvederiz. Mantık cansızlarla çalışır, cansızları çekip çevirirken işe yarar; oysa hayat mantıksal değil, paradoksaldır.
  15. Piyasaya sürülmüş ürünlerin ebad normlarından tamamen özgürleşmek gerekir. Gao Jun, sapı kısaltılmış bir Butterfly Matsushita Pro tahtasını çin dolmakalem kucaklamasıyla tutarak, tek taraflı kısa pütürle, masabaşı blok-defans oynuyor. Tahtanın kafası ise orijinal büyüklükte. Matsushita Pro'nun kafa ölçüleri standart tokalaşma atak tahtalarından daha geniş ve uzun; nasıl diyoğlağ, kafa ''semi-large''. Gao Jun, raketinin ''penhold'' olup olmamasından bağımsız olarak oynamaktadır. Bir masa tenisçi için, kendine, oyununa uygun ekipmanı bulmasının önemini kim gözardı edebilir ki. Kimine hazır bir ürün cuk oturur. Kimi ürünü modifiye eder. Bunlar oynadıkça belirginleşir. Herkes eşsizdir. Gao Jun'un masabaşı oyuna uygun, ''allround'', ''yavaş'' bir tahtaya ihtiyacı vardı. Matsushita Pro'nun son derece kaliteli olarak inşa edilmiş olması ve kontrollülüğü, kısa pütürle kullanırken vuruş sırasında ona verdiği güven duygusu, tahtayı yitirirsen aynı kalitede bir başkasını bulabileceğini bilmek... Sonunda tamam, bu tahta iyi bir zemin, güvenilir bir altlık, buraya yerleşeyim, daha da bu konuya kafa yormayayım da, artık o enerjimi de oyunuma, antremanlarıma yönelteyim deyiş...Ve öyle de yapış... Gao Jun Matsushita Pro ile önce sapını kısaltmadan oynadı, sonra sapında 1 yada 2 kısaltma yaparak denedi ve kendi ''Hah!''ını buldu. ''Hah, işte bu!''sunu veya ''hım, bu fena değil''ini. Gao, tahtasının kafasını ''standart'' penhold ölçülerinden birine göre küçültebilir, böylece şimdi o da penhold raketiyle penhold oynayanlar sırasına katılabilir, o kitle içinde kendini güvende hissedebilirdi. Lakin, aslen bir kesmeci tahtası olarak inşa edilmiş Matsushita Pro'nun, yavaşlığı kadar, kafasının genişliği de Gao'nun hoşuna gitdi; ne de olsa geniş kafalı tahtanın ''tatlı nokta''sı da daha geniş idi. Bloklarken top olması gerekenden biraz daha sağ veya sola da çarpsa, çarpma merkezi yine de ''tatlı nokta'' içinde kalıyor, bu çarpışmadan yayılan titreşimin dalgaları, bu dalgalar, şimdi Matsushita Pro'nun narin gövdesinde sapa doğru ilerleyip, tahtanın nispeten kaba boynuna, oradan da, kah Gao'nun işaret ve baş parmağına, kah da arkadan diğer parmaklarına ulaşıyor, sonra parmaklardan bileğe, oradan koldan yukarı omza, oradan da enseye ve beyin köküne çıkıyor, yükseliyor ve beynin, durumu, kendi datasındaki malumatlarla yorumlayışı, yapılan vuruşa dair ''hım, evvet işte böyle'' tarzı, hoşnutluklu bir geri bildirim halini alıyordu. İyi bir vuruş yapıldı...Bir sonrakinin de iyi olmasını destekler bu.
  16. Bahis konusu zımparalama ameliyesi, sürtünmeyi engellemekten ziyade, boyun tabir edilen bölgede, tahtanın üst yüzeyiyle yan yüzeyinin bir araya gelip birleştiği yerde oluşan keskinliği gidermeye yönelik. Sürtünmeyi engellemekle hiç uğraşmaz, asıl o keskinliği gideririz. Zımparalayarak, tahtanın boynunda, tam o keskinliğin olduğu bölgeyi köreltir, bu köreltmeyi yayar, daha da ileri gider ve parmağımızın üzerine rahatça yaslanıp oturacağı, yaklaşık 45-70 derece açı yapan, yeni bir yüzey oluştururuz. Bu yeni yüzeydeki sürtünme, ağacın ete sürtünmesi, zımparalamadan önceki düzeydedir, ne azalmış ne de artmıştır. Ancak düzdür şimdi yüzeyimiz; artık çin dolmakalem kucaklama tutuşunu yapan parmağımızı kesmez. Elbet zihnin yapısı şöyle bir cümle kurmaya da elverir: sürtünmeyi, yüzeydeki pütürler, çizikler, girinti ve çıkıntılarla olan temasın neticesi olarak aldığımızda, evet, zımparaladığımız keskin köşe tek, dev bir pütür, tek, dev bir mania, tek dev bir çıkıntıdır; zımparalayarak onu ortadan kaldırmış, dolayısıyla bu manada sürtünmeyi ortadan kaldırmışızdır. Bir temas noktası ne kadar küçük ( çivi ucundan --> iğne ucuna) veya ne kadar ince ise ( bıçak kenarından --> jilet kenarına) temasın batıcılığı veya kesiciliği, yani etkisi o nispette yüksek olacaktır. Daha önceki kaleme alışlarımın en az birinde ''yoğunlaşma, konsantıre olma'' bahsinde bu hususu naçizane dile getirmiş idim. İşte, parmak bazen, oyun esnasında, bu bölgeye yaptığı envai çeşit tazyiklerin ve bu tazyiklerin mütemadiyen tekrarlanması neticesinde, tahta boynundaki bu keskin bölgenin etkisine maruz kalıyor ve o bölgedeki doku eziliyor, hücreler parçalanıyor, doku zarar görüyor. Milyonlarca yıllık evrimin bilgi ve programına sahip güzel vücudumuz da hemen o bölgede bir su toplanması, bir su keseciği oluşturuyor. Böylece keseciğin içinde-altında kalan hasarlı doku ile çevre ortamı arasına bir mesafe konmuş oluyor. Kese, içinde hasarlı dokunun, bu bir yanık da olabilir, bir manada anne rahmindeki amniyotik sıvı içinde beslenen ve büyüyen bebe misali, kendini toparlayıp, onarıp, iyileşip, düzenleyip, büyüyebileceği bir ortam, bir enerji alanı işlevi görüyor. Geri gelelim; bazen, tokalaşma tutuşu kullanan bazı oyuncular, artık kendi tutuş şekillerine göre veya n'aaptıklarını bilmediklerinden, raketin boynunu zımparalayarak derinleştirirler. İşte, ''tahta kenarını zımparalama'' terimini gerçek manada hak edenler kanaatimce bunlardır; tahta kenarını bunlar zımparalar, tahta boynunun orijinal konkavını tahta kafasına doğru bunlar oyarlar. Yaptıkları, çin tutuşçusunun parmağı rahat etsin diye yaptığı yaklaşık 45-70 derecelik çapraz zımparalama değil, kelimenin tam manasıyla ''tahta kenarını zımparalayarak'', oyuştur. Elbet bunların içlerinde, bu tam yandan oyuşları yaptıktan sonra, üstüne köşeleri eğimli zımparalayarak yuvarlaklaştıranlar da vardır; lakin bunların birbirinden ayrımını gözetmek ekmeğimize yağ sürer: Tahtanın üstünü zımparalamak ( mesela vernik attıktan sonra en ince zımparayla, hafifçe ki lastiği yapıştırınca tutsun ), tahtanın kenarını çapraz zımparalamak ( parmak oturuşlarını kolaylaştırmak, parmağı kesen yerleri yumuşatmak ), tahtanın yanını zımparalamak ( kah boyunun yanlarını, kah tahtanın kafasını küçültmek için yanlarını )...
  17. Sayın Onur_122233, oynarken raketinizin nereleri, hangi noktaları elinize baskı yapıyor da, oralarda eliniz su topluyor. Hala etmediyseniz, evvela bu noktaları tespit ediniz . Mesela; üzerindeki lastiğin yapışık olduğu ''kafa'' kısmıyla, rakedin sapının bir araya geldiği ''boyun'' bölgesi mi; hani belki boyun bölgesinde, tahtanın yüzeyinin tahtanın yan yüzeyiyle bir araya geldiği yerdeki keskinlik mi su toplatıyor ele orada? Hani Çin tutuşunda, sap çevresinden dolaşan hem baş hem işaret, özellikle de işaret parmağı çok basınç alır bu tutuşta bu keskinlikten. Hal böyle olunca da çin dolmakalem kucaklayan tutuşçuları da bu keskinlikleri kendilerine göre zımparalarlar. Böylece o keskinlik ortadan kalkar, parmaklar bu bölgeye rahatça dolanır, yerleşir ve rahat ederler. ''Wang Hao equipment'' ya da ''penholder blade of Wang Hao'' deye Google araması yapıp, fotolara bakarsanız, ustanın kendi parmağına göre raketini nasıl zımparalamış olduğunu görmekte gecikmeyeceksiniz. Bu fotoları acele etmeden, dikkatle tetkik ediniz. Zira aynı şeyi kendiniz için, kendi tahtanızda ve kendinize göre, acele etmeden, dalıp gereğinden fazla da zımparalamadan, aşama aşama, kendi konforunuz için, kendiniz yapacaksınız. Zımparalamada orta-ince kalınlıkta bir zımparayı çapı 1 cm. veya biraz daha kalın bir silindire sararak kullanmanın ziyadesiyle faidesini gördüm. Bu silindir ne olabilir? Kalem pil, kalın bir keçeli kalem, ince bir ilaç tüpü, bu tarz şeyler...Zımparayı bu silindirin çevresine sardığımızda da bir ''zımpralindir'' elde etmiş oluruz. Şimdi artık zımpralindirimizi bir parmak misali, parmağımızın konacağı bölgeyi uygun açıda zımparalamak için kullanabiliriz. Kah Çin tutuşu, kah da el sıkışış tahtaları, tüm tahtaların boyunları fabrikadan çıktıklarında az çok keskindir. Böyle oluşun oyuncu cemiyetindeki tesirleri ise çok çeşitlidir. Bu bahste zihnen, umumi bir neticeye varmak, illa da bir netice çıkarmak için bir tazyikten söz edilebiliyor bile olsa, uyanık olduğumuzda zihnimizin bu tazyikli halinin bizdeki tesirinden adeta tereyaaından kıl çeker gibi sıyrılabilir ve artık enerjimizi, canımızı, zihnin ardı arkası gelmeyen gevezeliklerine yakıt etmekten çekip, onu başka bir yere yöneltebilir, orada kullanabiliriz. Uyanık ve mevcut olduğumuzda bunu yapmak mümkündür. Artık enerjimizi, parmağımızın rahatı için gerekli bölgeyle bağlantı kurmak, orayı gerektiği kadar, arada deneyerek, aşama aşama, nazikçe, yalnızca kendi kullanacağı süper lüks bir coysitiği milim milim şekillendiren, heykeltıraşvari bir işçi gibi çalışmak, aynı zamanda bu vasıta ile kendimizle yeni bir şekilde bağlantı kurmak, kendi kendimizle olan ilişkimizde, yeni minik keşifler yapmak için, enerjimizi tüm bu süreç için kullanmaktayızdır. Azıcık zımparalayıp, sertçe üfleyiniz; hem tahtaya, hemi de zımparaya; araları dolduran tozlar gitsin. Sonra tekrar aynı...Ve böyle yapmada çok da ilerlemeden, raketi çin tutuşu tutunuz, bakalım nasıl bir his veriyor. Sonra yavaş yavaş zımparalamağa devam ediniz, arada çin tutuşu denetlemelerinizi yapınız ve denetlemenizde ''hah, bu iyi galiba''yı ilk hissettiğinizde zımparalamayı kesiniz. Katiyyetle kesiniz, artık devam etmeyiniz. Bu şekilde çalışıyor olmanın verdiği şevk ve momentumla zımparalamayı biraz daha, azıcık daha sürdürme eğilimini kuvvetle hissetseniz dahi, mevcut olunuz ve bu eğilimle katiyyetle işbirliği etmeyiniz ve ona pabuç bırakmayınız. Zımpralindirinizi ve raketinizi derhal supor çantanıza koyunuz. Zira, şayet salonda veya her neredeyse orada, gerçekten bir süre oynamaya başladıktan sonra hala bir rahatsızlık hissederseniz, o vakit oynadığınız yerde tahtanızı biraz daha zımparalayabilir ve hemen deneyebilirsiniz. Elinize cuk oturur hale gelmesi çok sürmeyecektir. Zımparalama da mermer oyma gibi, hayat gibi, tek yönlü bir bilettir; fazla zımparalayışın geriye dönüşü yoktur. Sayın Onur_122233, demem o ki, şayet halihazırda tokalaşma tipi bir tahtanız varsa, onda ön-arka, parmaklarınızı rahatsız eden yerleri, kendi rahatınıza göre zımparalayıp, pekala çin dolmakalem kucaklayan tutuşunuzla tutup, mükemmelen kullanabilirsiniz. Lakin elbette, sizi bir çin dolmakalem kucaklama tahtası edinmekten men etmek gibi bir niyetim olmadığını da bilmenizi isterim. Ancak bir çin dolmakalem kucaklayan tahtası da edinseniz, tutuşta parmaklarınızı rahatsız eden noktalarda bir zımparalama süreci yine de elzem görünmektedir. ''Stiga Türkiye'' masatenisi-market.com'a bir bakın, en iyisi telefonla bir sorun isterseniz, zira, son ziyaretimde mağazalarında, Stiga marka Çin dolmakalem kucaklama tahtaları olduğunu görmüş idim.
  18. 80'lerin başında, Taksim'den Şişli'ye giderken solda, zemini cadde seviyesinin biraz daha altında olan meşhur Kristal Büfe vardı. Onunla, ilk kez orada karşılaşmıştım. Kristal Büfe'ye ilk gittiğimde, bir yandan ıslak hamburgerime dişlerimi iştiha ile geçirirken, bir yandan da gözlerim, mekan içinde, ağır ağır dolanmaktaydı. Derken, duvarda tost ve hamburger çeşitlerinin yazılı olduğu listeyi tetkik etmeye başladım... Kaşarlı Tost... Çift Kaşarlı Tost... Sucuklu Tost... Karışık Tost... Hamburger......Yengen...Şimdi sıradaki çeşidi okumadan önce sizden, yukarıda alıntıladığım soruyu bir kere daha okumanızı, ardından alttaki sözcüğü okumanızı istirham edeceğim... Yersen.
  19. Sayın TSuBaSa, Daha önceki toplarla ( selüloid 40, hatta 38 mm.) oynamış ve beden-zihinleri onlara göre şartlanıp şekillenmiş oyuncuların, plastik toplarla oynamaya başladıklarında yaşadıkları ( gayet de anlaşılır) ezber bozulma deneyimlerini yadsıyamayız. Oyuncular, oynadıkça da bu ezber bozulmasının yeni veçhelerini tecrübe ettiler, ediyorlar. Oyuncuların, kah bu yeni uyumlanma, bu yeniden akort olma sürecindeki izlenimlerinin, deneyimlerinin sonucunda, kah da birbirlerinden duyup, veya okudukları üzerinden, ''Plastik topların daha yavaş'' olduklarını dillendirdiklerini görüyoruz. Masa tenisi oynamaya plastik toplarla başlayanlar ise, kendi deneyimleri üzerinden, zaten toplar hızlı veya yavaş beyanında bulunabilecek bir mukayese şansına sahip olmuş değiller. Bazı vuruşlarda, özellikle kısa bırakmalar, servisler, itmeler ve benzeri düşük hızlardaki vuruşlarda, yeni plastik topların daha ''yavaş'' oldukları şeklindeki nitelendirmeye doğrusu katılamayacağımı ifade etmek istiyorum. Bu tarz ''düşük hızda'' vuruşlarda bende, plastiklerin hızlarının önceki 40 mm.toplar gibi olduğu istikametinde bir kanaat oluşmuş vaziyettedir. Andığım tarz ''yavaş'' vuruşlarda, plastiklerle önceki 40 mm.topların arasında hafif falso azalması dışında bir ayrım gözlemlemediğimi de buna ilave etmek istiyorum. Aslen, top için ''hızlı'' veya ''yavaş'' tarzı nitelemeleri, varoluşsal gerçeği dile getirmesi açısından yerinde bulmadığımı da, yukarıdaki gönderimde kaleme almaya çalıştım. Genellemelerle düşünüyor, özelde yaşıyoruz. Şayet çok çakıyor, çok sipinks ve kontra sipinks atıyor, hemi de orta düzey ya da üstü veya daha üst düzey oyuncuysak, bu tarz süratli ve çok süratli vuruşların olduğu rallileri deneyimleyen oyuncuların, hemi de yaygın olarak, plastik topları ''yavaş'' diye nitelendiriyor oluşunu yadırgamıyor, bunu anlaşılır, bu yorumu yerinde buluyorum. Bu oyuncuların laboratuarı da rallilerde deneyimledikleri ve antrenmanlarıdır. Hepimiz oynarken arada kendi deneylerimizi de yapıyoruz. Top, bu oyunun belkemiği, rallide gidip gelirken, oyuncuların açığa çıkan enerjisini görünür kılan, bu enerjiyi taşıyan ve ileten, bir bakıma masa tenisi sanatını, yaptıklarınızı görünür kılan, varlığınızı ona göre akort ettiğiniz, en önemli medyum, en önemli aracı. Bu 40+mm. plastik topları bu oyuncular istemedi, onlar talep etmediler. Buna tamamen kayıtsızdılar. İnsanların bilinçliliğiyle, ondan çok daha hızla gelişen teknoloji arasında dengesizlik var.
  20. Ney anlaşılacaktır Sayın Esrarte? Anlaşılacak olan ne? Şayet anlaşılacak olan- var sayıyoruz; ''yeni topların daha hızlı olması'' ise, buradaki, ''hızlı top'' nitelendirmesi aslen bir safsatadır. İletişime yarar bu ve buna benzer terimler, ''kolaylık'' sağlarlar, yüzeyseldirler. Top nasıl ''hızlı'' olabilir, topun kendisi nasıl böyle nitelendirilebilir? Çita olur hızlı, atmaca olur hızlı, firavun faresi olur hızlı. Lakin gerçek manada topu nasıl hızlı diye niteleyebiliriz? Gerçek manada, hakkını vererek, nasıl niteleyebiliriz bir topu hızlı diye? Vehm borcumuz mu var? Topta bir hücre sıvısı gibi, bir yürek gibi güp güp atan bir işlev yok. Kendi içinde ona ait, onu hızlandıran bir enerji kaynağı yok; top, böyle bir niteliğe sahip değil. Periler de hızlandırmamaktadır topu. Top, canlı oyuncunun merkezinden çıkan enerjiyi taşıyan ve bu enerjinin hem ifadesi hem de uzanışı, yayılışı olarak masanın üzerinde hareket eder. Bilim, kurbağayı keser, biçer, tüm organlarını ölçer, biçer, sınıflandırır, salgılarını, onu oluşturan maddelerin en ince ayrıntısına kadar analizini yapar, bunları sınıflar, yazar, listeler; fakat kurbağa ölmüştür. Dil, belli bir niteliğe sahip olan bir şeyi, sanki o şey, sahip olmadığı bir niteliğe sahipmiş gibi ifade etmeye de izin verir. Dil, buna da imkan tanıyan bir mekanizmadır. Ancak bir nesneyle bir şey yapmak istiyorsak, ancak bu nesnenin niteliklerinin elverdiği şeyleri yapabiliriz. Dilin o nesne hakkındaki yorumlarının elverdiği şeyleri değil. Şimdi ve burada olan şeyler oldukları gibidirler. Onlara, üzerlerinde düşünmeden direk bakarsak bunu görürüz. Elime 40+mm. bir top alıyor ve ona direk, düşünmeden bakıyorum. ''Daha hızlı'' nitelemesi güldürüyor beni. ''Topa bak!''... Duyarız bunu masa tenisinde. ''Topa bak!'' Ona direk bakmalısın. ''Hocam tek tek tekrardan çıkarıp da atması zor.'' Sayın Esrarte, hangisi? Neyi?... Sayın Esrarte, neyi Çin lastiği ve Avrupa lastiği farkına benzetmek istiyorsunuz? Raket, canlı oyuncunun merkezinden ve yerden gelen enerjinin, ileteni, aracı. Lastiğin, süngerin, tahtanın elbette çeşitli nitelik ve etkileri var, lakin aslolan bunları harekete geçiren, işleten hayat enercimiz, canlılığımız. Kanaatine varılıyor da, oyuncuların tutumları ve oynama tarzlarındaki değişiklikler, vaziyetin, bu kanaatin aksi istikametinde olduğuna dair bir izlenim uyandırıyor: Alece'sinden Primorac Carbon'a geçmiş, taa 38'lik toplar döneminden gelen bir Timo Boll ( elbette bu tahta değiştiriş aslen yaşının getirdiği güçten düşmeyi telafi etmek için değilse)...Sert süngerli lastikler, takviye edilmiş tahtalar ve bunları kullanan prolarda artış...Kontra oyun tarzının ve böyle sayı almaların belirginleşmesi...Oyuncuların beyanları...
  21. Merhaba Sayın TenisçiMete, şayet talebinize, raketten istifade edecek olanın oyun tarzını, ekipmanı ağırlıklı olarak neleri yapmak için kullanacağını da ilave ederseniz, bunun faydaya, verime katkısı olacaktır. Mesela raket, tam kesmecilik; paso kesmecilik, tam savunmacılık, kırk yılda bir çok uygun topa çivi veya sipinks yapmacılıkta mı kullanılacak? Mesela Evgeni Chtchetinine tarzı oyun. Yokusa atakçı- kesmecilikte; hem uzaktan kesmeler, hemi de kontra sipinks, sipinkse sipinks çekmelerde, yoğun atak kollayan kesmecilikte mi? Joo Se Hyuk, Ma Te, Wang Xi, Ruwen Filus tarzı. Masabaşı, ağırlıklı olarak masaya yakın oynayışta, uzun pütürü şutop, bulok ve atağa yönelik olarak kullanmalarda mı? Mesela He Zhuojia, Carl Prean veya Deng Yaping tarzı. Masabaşı, pütürle kesme bulok yapmaların ağırlıkta olduğu bir tarz mı? Mesela Manika Batra, mesela Fabian Akerstrom. Yine de bir tavsiyede bulunabilmek için bu malumatlardan yoksun oluş, aşağıdaki satırları kaleme almak için bir mania teşkil etmemekte. Tahta: Stiga Defensive Classic Lastik: DHS Neo Hurricane 3 Uzun pütürlü lastik: Yinhe Neptune ya da Friendship RITC 837
  22. beşyüziki

    Masa tenisi lastiği hava aldı

    Sayın Kaano, Değil mi ki burada ''hava aldı'' terimi kullanılıyor, öncelikle bahis konusu lastiğin ne çeşit bir lastik olduğunun belirtilmesi gerekir; gerekir...Ki ona uygun bir teknik, bir yöntem önerilebilsin. 1-Süngersiz pütürlü lastik kullanılıyor da, kenar bandını sökerken lastikler hafif kalkarak altlarına hava mı aldılar? Bu olabilir. Düz yüzey düz yüzeye yapışık iken vuku bulmuş bir hadise. 2-Süngerli pütürlü lastik kullanılıyor da, üstteki pütürlü lastik altındaki süngerden mi ayrıldı da arasına hava aldı? Bu da olabilir. Olay burada da düz satıh düz satıha yapışmışken vuku bulmuş; araya hava girmiş. 3-Yoksa bahis konusu, aslen ters çevrilip süngere yapıştırılmış pütürlü bir lastik olan düz bir lastik de, onun mu üst lastiği süngerinden hafif kalkarak hava aldı?..Ki aslen düz lastik zaten yanlardan açık, dolayısıyla zaten hava almış, hava pütürlerin arasında dolaşır vaziyettedir; daha nasıl olsun da hava alsındır; alıktır zaten havayı. Haa, o bölgedeki pütürler alttaki süngerden ayrıldılar da, hava aldıklarından dolayı değil de çevreleriyle aralarındaki gerilim farkından dolayı lastik o bölgede şişik, bombeli mi görünüyor? 4- Süngerli lastiğiniz( düz olsun pütürlü olsun) tahtadan ayrıldı; yani sünger tahtadan ayrıldı. Ayrıldığı yerden ''hava aldı''. Düz yüzey düz yüzeye yapışmışken arasına hava aldı. Hangisi? Madde 3 olduğu varsayılarak bir tarif: Lastiği sökmeksizin, kalkan bölüme yapıştırıcı sıkmayacak, belli bir alana yapıştırıcı süreceksiniz. Şöyle ki: Yapıştırıcıyı, o da mesela yarım leblebi büyüklüğünde bir damla kadar, cam bir yüzeye, mesela bir çay tabağına sıkınız. Sonra üst lastiği kenarından bir cımbızla kaldırıp tutunuz. Akabinde, kalkan lastiğin altında kalan süngere, 3,4 veya 5 mm. eninde ince ve sert bir karton şeriti sanki mini bir sıpatula imişçesine kullanarak, onunla camdan aldığınız yapıştırıcıyı süngere incecik sürünüz, güzelce sıvayınız, fazlasını alınız. Acele etmeden ama çabuk yapınız bunları. Böyle lastiğin kenarı cımbızla kaldırılmış halde biraz bekleyin yapıştırıcı kurusun, sonra nazikçe üst lastiği üstten parmağınızla, sadece pütürlerin altının süngere yapışacağı kadar, net bir şekilde bastırınız. Öyle sabit bir 15 saniye durunuz. Yapışmıştır. Madde 4 olduğu varsayılarak bir tarif: Yapıştırıcıyı, yarım kavrulmuş nohut büyüklüğünde bir damla kadar, ayrı, cam bir yüzeye, mesela bir çay tabağına sıktıktan sonra, o ''hava aldığı'' yerden, lastiği kenarından cımbızla veya bir kargaburun kerpetenle kaldırıp tutunuz. Akabinde, kalkan lastiğin altında kalan tahta yüzeyine, 3,4 veya 5 mm. eninde ince ve sert bir karton şeriti sanki bir ıspatula imişçesine kullanarak, camdan aldığınız yapıştırıcıyı incecik sürünüz, güzelce sıvayıp fazlasını da alınız. Acele etmeden ama çabuk. Böyle lastiğin kenarı cımbızla veya kargaburun kerpetenle tutarak kaldırılmış vaziyette biraz bekleyiniz, yapıştırıcı kurusun. Sonra üst lastiği yavaşça tahtanın üzerine bırakırken, diğer elinizin parmaklarıyla dik olarak nazikçe ve net bir şekilde bastırarak ve lastiği yana, dışa doğru sündürerek yaymadan, arada hava da kalmayacak şekilde, yapıştırın. Öyle sabit bir kaç saniye durun. Yapışmıştır. Yapıştırıcının arta kalanı ise cam yüzeyden kolayca temizlenecektir. Şayet bu esnada zihninizden fazla yapıştırıcı sıktın, bir sürü yapıştırıcıyı ziyan ettin gibi sesler gelecek olursa bunları farkediniz lakin hiç aldırmayınız. Yapıştırıcıyı fazla kaçırmış olmanın tecrübesi daha sonraki tamiratınızda size onu dökerken daha yerinde bir kestirimde bulunma şeklinde geri dönecektir.
  23. Daha sonradan, ıslak mendil tabirinden ıslatılmış kumaş mendili anlayıp, bununla lastik silmenin bir zarar getirmeyeceği üzerinden sual tevcih ettiğimin ayırdına varmış bulunmaktayım. Kendimin, kağıt mendillerin henüz olmadığı, kumaş mendillerin kullanıldığı kuşağa mensup oluşumun buradaki etkisini yadsıyacak değilim. Oysa şimdi ayırdındayım ki, ıslak mendilden kasıt, kendimin de ömr-ü hayatımda belki bir kaç kez kullanmış olduğum ambalajlı mendil ve içerdiği sıvının silinen lastik yüzeyini etkileyebileceği cihetiyle tavsiyedeki men edilme vuku bulmuş. Yanılıyorsam lütfen düzeltiniz. İlaveten, kullanılmadığı zamanlarda, forumda daha önce de dillendirildiği üzre, raketi bir çanta veya torbaya koyarak güneş ışığı ve havayla temasını aza indirgemekte yarar var. Bu lastiğin ömrünü biraz daha uzatıyor. Eğer raketinizi sildiyseniz de çantasına koymadan önce tamamen kurumasını bekleyin.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu sitede size daha iyi yardımcı olabilmek için çerezler kullanılır. Çerez ayarlarınızı buradan yapabilirsiniz, veya devam ederseniz çerez kullanımını kabul etmiş sayılırsınız..